‘Büyük umutlar zamanı bitti’

Posted by

Ümran Avcı – “Ölümün eli kulağında / Ama yaşamanın da…” Edebiyat doktoru Gönül Kıvılcım sekizinci kitabı “Küçük Umutlar”da Metin Eloğlu’nun bu dizeleriyle selamlıyor okurunu… İstanbul- Manisa hattında geçen roman iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde hayatla arasına borçlar giren başarısız esnaf, başarısız baba, başarısız koca Tophaneli bakkal Hasan, peynirci Halil ve şair Veysi ile tanışıyoruz. İntiharın eşiğindeki esnaf ölmeden önce boşandığı eşi Asiye ile kızı Elif’e veda mektubu yazmanın derdine düşüyor. Bu dönemde mahalleye taşınan yazar Leyla ile kesişiyor yolları. Sakıncalı kitapları nedeniyle yargı kıskacındaki Leyla, bakkalın hikâyesini yazmaya koyulurken bir yandan da onu intihardan vazgeçirmeye uğraşıyor. ‘Abluka altında yaşamaya’ odaklanan Kıvılcım, erkek ablukası altındaki kadınlara, polis ablukasındaki kente projeksiyon tutuyor. Kitabın ikinci bölümünde ise kadın karakterlerin dertlerine ortak ediyor okuru. Bakkal Hasan’dan boşanan Asiye, “Annemin hayatını yaşamayacağım” diyen kızları Elif ve Peynirci Hasan’dan kurtulup yeni bir hayat kurmaya çalışan Hülya’nın mücadelelerini anlatıyor. Toplumun dayattıklarına karşılık küçük umutlarına sarılanları hikâye eden Gönül Kıvılcım ile kitabını konuştuk.

Romanın adı Charles Dickens’in “Büyük Umutlar” kitabına bir gönderme sanırım.

Çok sevdiğim bir klasiktir “Büyük Umutlar”. Tıpkı “Küçük Umutlar”daki gibi bağlar önemlidir onda da. Bakkal karakterini oluştururken Hasan’ın asıl derdinin kaybolan bağlar olduğunu düşünüyordum. Borç zinciriyle bir ilişki ağı kurdum ona. Çağın hastalığı yalnızlık çünkü. Johann Hari, “Kaybolan Bağlar”da buna dikkat çeker. “Büyük Umutlar”da Pip bir akşam mezarlığa gidip biriyle tanıştığı için hayatı değişir. Bakkalın hayatı yazarla değişiyor. Yazar bir sınırı geçiyor mahalleye gelerek, Hasan’ın dükkânına girerek. Ama artık büyük umutlar zamanı bitti. Antroposen çağda (İnsan Çağı) küçük umutlara tutunabiliriz olsa olsa.

Karakterler arasında bir yazar ve bir şair olunca edebiyat ve kitaplar arasında dolaşıyor okur. Tanpınar, Sevgi Soysal, Leyla Erbil, Pınar Kür, Tomris Uyar, Füruzan, Sartre…

Bu isimler bir yandan kişisel okuma serüvenim bir yandan da kişisel okuma tercihim. Diğer metinlerle ilişkisini kurarak ilerleyen romanları okumak beni cezbediyor. Javier Cercas mesela. Kısa romanı “Saplantı”da, 19. YY edebiyatını ve Flaubert’i selamlıyor. Yazarın eserini sadece hayal gücüne dayandırmadığı, edebiyat kuramıyla aşinalığını bize hissettirdiği metinlerarası bir kurgu mest ediyor beni. Kitabın dünyasına daldığınızda ufkunuz genişliyor. Bu yüzden “Küçük Umutlar”da böyle bir örüntüyü tercih ettim.

Romanda yazarların toplumu ıskaladığından bahsediliyor…

Yaşadıklarımızla yazdıklarımız arasındaki uçurum ister istemez zihnimi meşgul ediyor. Alman toplumu İkinci Dünya Savaşı’nın ardından o büyük suçla edebiyat, sanat aracılığıyla yüzleşerek ayağa kalktı. Akademik dünyada aktif biri olarak biz ne kadar yüzleşebildik sorusu mühim benim için. İnsanlar çok kitap okumuyor diyoruz ancak bana göre yazar biraz da kendini sorgulamalı. Acaba okur ne kadar buluyor kendini, ülkeyi, ülkenin meselelerini, çağın dertlerini Türk edebiyatında.

“Küçük Umutlar”da Hemingway’in kavgacı ve maço tutumundan, köpekbalıklarını makineli tüfekle taraması hadisesinden yola çıkarak “Yazarın hayatı eserlerinden bağımsız mıdır?” sorusu yöneltiliyor. Siz ne yanıt verirsiniz buna?

Aslında zor bir soru ama etik bir yerden bakarak “Hayır, bağımsız değil” derim. Çağ farkını da gözetmek gerekiyor tabii. Savaşların yüceltildiği, cinsiyet rollerinin pek sorgulanmadığı bir çağda Hemingway’in silah düşkünlüğü, maçoluğu o kadar da yadırganmıyor, irkiltmiyordu. Bugün hassasiyetler değişti. Herkes biraz çekidüzen vermek zorunda kendine, kullandığı dile. Geçmişte şiddete bulaşmış idol kişilikler eleştirildiğinde rahatsız olanlar şunu düşünmüyor; peki kimseyi eleştirmeden biz bu şiddetten nasıl kurtulacağız?

İyi ki şiir var!

Romandaki karakterler çektikleri acıdan şiire sığınıyorlar. Edebiyatın sağaltıcı yönüne vurgu yapıyorsunuz, üzerine konuşalım isterim.

Duyarlı insanların kaçabileceği en güvenilir sığınak edebiyat. Duygu dünyasını anlamak için romanlar var, aşkın bir şeylere ihtiyacımız olduğunda şiire başvururuz. Dünyevi dertleri unutmak için okuruz Aragon’u Rilke’yi, Füruğ’u, Seyyidhan Kömürcü’yü. Onların dizeleri bize görebildiğimizin ötesinde bir dünya olduğunu hatırlatır. İyi ki şiir, iyi ki edebiyat var. Öyle bir dünyadayız ki herkes sadece kendi derdine odaklı. Edebiyat sorular sordurtarak, ayın karanlık yüzüne de işaret ediyor.

 

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir